EFE
Tarihimizden Kuvayı Milliye Çetelerinden Düzenli Orduya Hasan Tahsin'in İzmir'i işgal etmeye gelen Yunan birliklerine sıktığı ilk kurşun, milletin şerefidir. Bu ilk kurşunla düşman bayraktarı yere serilir. Ardından yol boylarında ikinci ve üçüncü kurşunlar... Düşman bayrak, hükümet konağına ulaşana kadar üç defa el değiştirecektir. Toprağında düşman çizmesi görmeyi hazmedemeyen böylesine bir halkın Batı Anadolu'daki Yunan yayılmasına seyirci kalması beklenemezdi. İlerleyen düşman karşısında toprağını ve namusunu korumak isteyen Türk köylüsü, duvarda asılı tüfeğini kaptığı gibi harekete geçti. İlk önceleri bilinçizce bir tepki şeklinde patlayan silahlar zamanla bir ritim tutturmaya başladı. İzmir'de düşmanın elinden kaçmayı başaran genç subaylar, iç bölgelere doğru çekilip civar köylerde halkı teşkilatlandırmaya koyulmuştu. Ege dağlarını karış karış bilen Efeler, geçitlerde pusular kuruyor; geceleri düşman karakollarını basıyordu. İşgalin ilk ayında mukavemetle karşılaşmayan "fatihler", Anadolu halkını tanımaya yeni başlıyordu. İzmir çevresindeki kasaba ve köyler hergün el değiştiriyordu. Yunan birlikleri hangi bölgeye kaydırılsa arkalarında bıraktıkları yerler derhal Milli Kuvvetler'in eline geçiyordu. 100 bin kişilik tam kadrolu ve tam teçhizatlı Yunan ordusu, 10-15 bin Kuvayı Milliye milisi karşısında çakılıp kalmıştı. Fakat, sözünü ettiğimiz bu halk çetelerini her zaman göreve hazır ve tamamen merkezin kumandasında saymak doğru olmaz. Kuvayı Milliye birlikleri, düzenli karargahları olmayan ve erzak ihtiyacını uğradığı köyün halkından sağlayan çete kuvvetleriydi. Bu durum pek çok sıkıntıyı beraberinde getiriyordu. Merkezle bağlantıları gibi kendi aralarındaki koordinasyonları da zayıf olan mevcut kuvvetlerle düşmanı oyalamaktan öteye gidilemeyeceği anlaşılıyordu. MİLLİ HÜKÜMET İKİ ATEŞ ARASINDA Yükselmekte olan milli hareketin karşısına çıkarılan tek engel Yunan ordusu değildi. Mustafa Kemal'in Samsun'a varmasının hemen ardından onu İstanbul'a geri çağırttıran İngiliz makamları, ellerindeki bütün olanakları kullanmaya başladı. Ellerinin altında koskoca bir "halife" vardı. Kuvayı Milliye aleyhinde birbirini izleyen fetvalar, fermanlar hazırlandı. Millicilere katılanların kafir olduğunu duyuran bildiriler İngiliz ve Yunan uçaklarından gökyüzüne saçılıyordu. Ne mutlu ki Mustafa Kemal'in tutuklanıp İstanbul'a gönderileceği beklentisi, onu tutuklamakla görevlendirilen kolordu komutanlarının kendisini bizzat selamlamasıyla sona ermişti. Bu defa Damat Ferit, son kozunu oynayacaktı: doğrudan doğruya kendi silahlandırdığı Kuvayı İnzibatiye, Milli Hükümet Ordularının üzerine sürülüyordu. Kendilerine halifenin ordusu diyen bu isyancılar, Ankara'daki hükümetin dinen meşru olmadığını yayıyordu. Milli Hükümet'in İsyancıların üzerine gönderdiği birliklerdeki erler ise; henüz iç savaşın sebebini anlayabilecek durumda değildi. Karşılarındaki düşmanın tekbirlerle kendilerine saldırması maneviyatlarını sarsıyor ve birçok yerde silahlarını atıp dağılmalarına yol açıyordu. Mustafa Kemal durumun ciddiyetini büyük nutukta şöyle açıklıyor: "Osmanlı ordusunun kalıntıları denilebilecek olan o tarihlerdeki yorgun, bezgin ve yeni inkılap mefküresine(ülküsüne) göre yetiştirilmemiş birliklerle inkılabı başarmak hususundaki müşkülat, hissedilir derecedeydi." "Orduyu yeni zihniyete göre şuurlu bir hale getirmenin o günlerin şartları içinde çok zor olacağı kanısı vardı." KAĞIT ÜZERİNDEKİ ORDULAR Kuvayı Milliye müfrezeleri kendi yağında kavrulurken, Milli Hükümet'in denetimi altında bulundurduğu düzenli ordu birliklerinin durumu içler acısıydı. Ordu, Anadolu'da ayakta kalmayı başarabilen birliklerden oluşuyordu. Bunlar Mondros Mütarekesine göre İtilaf devletleri tarafından silahsızlandırılan birliklerdi. İtilaf devletleri Osmanlı ordusunun elinde kalan 200 bin tüfeğin sürgü mekanizmalarını ve topların kamalarını toplamıştı. Türklere Sadece 20 tümenlik bir kuvvet bulundurma hakkı veriliyordu. Ancak, normal şartlarda 12 bin kişilik olan tümenlerin mevcudu 1540 kişiyle sınırlandırılmıştı. Erler zorla terhis ettirildiği için tümenler, subay ve astsubaylardan kurulu kadro düzeyinde birliklerdi. Bu tümenlerin 5 tanesi de Trakya ve İstanbul'da olduğu için Milli Hükümetin kontrolü dışındaydı. Eldeki tümenler 7 kolordu halinde düzenlenmişti ancak, İzmir'de bulunan XVII. Kolordu şehrin işgali sırasında silahlarının büyük kısmını kaybetmişti. Bu konudaki tek sevindirici gelişme, Erzurumdaki XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'in daha önceden Mustafa Kemal'in verdiği talimata uyarak silahları teslim etmemesi olur. Karabekir Paşa müthiş bir insiyatif göstererek silahları kaçırmayı başarmış ve erlerini terhis etmeyerek hesapta olmayan 10 bin kadar silahlı adamı Milli Hükümet Ordularına dahil etmişti. Buna rağmen eldeki birlik mevcutlarının azalmasının başka sebepleri de vardı. Askerden kaçma olayları ciddi bir sorun haline geliyordu. 10 yıldır süren savaşlar ve seferberlik hali halkı bunaltmıştı. Düzenli orduda yer almaktansa, Kuvayı Milliye çetelerinde kimseden emir almadan keyfi olarak hareket etmek daha kolay geliyordu. Ancak, böyle bir mücadele tarzının ne gibi sonuçlar doğuracağı tartışmalıydı. Mustafa Kemal bu çetelerden ne beklediğini daha sonra açıkça şöyle ifade eder: "Ben bir taraftan ordumuzu ihya etmek, kuvvetlendirmek çarelerine başvururken; teşekkül etmiş olan Milli Müfrezelerden de her türlü mahzurlarına rağmen azami istifadeye çalıştım. Ciddi askeri vazifelerin ancak muntazam orduyla yapılabileceği hakikatini unutmaya elbette ki mahal yoktu. Milli Müfrezelerden istifade, zaman kazanmak maksadına dayanıyordu." YUNAN TAARUZUNDA MİLLİ MÜFREZELER SAVRULUYOR Diğer yandan İngiltere, Ankara'daki Milli Hükümet'in köşeye sıkıştırılması için kesenin ağzını açmıştı. 1 yıl boyunca sakin kalan batı cephesinde bir hareketlilik başlıyordu. İngilizlerden bekledikleri yardımı alan Yunan kuvvetleri, fiili sınır haline gelen cephe hattına 22 Haziran 1920'de genel taaruz başlattılar. Düşman 40 gün içerisinde büyük başarılar kazanmış, hemen hemen bütün Kuvayı Milliye birlikleri dağılmıştı. Yunanlıların Tekirdağ'a çıkardığı bir tümen de Trakya'yı işgale başlamıştı. Aynı tarihlerde Ermeniler Doğu Cephesinde taaruza geçtiler. 10 Ağustos'ta İstanbul Hükümeti Sevr Antlaşması'nı imzalamıştı. Eylül'de TBMM asker kaçaklarını yargılamak üzere yedi bölgede İstiklal Mahkemeleri kurulması kararını aldı. Ayrıca Sevr'i imzaladıkları için vatan haini ilan edilenler de bu mahkemeler tarafından gıyabında yargılanacaktı. Bu arada Çerkez Ethem'in, emrindeki milis kuvvetleriyle Cephe Komutanı'nın talimatlarından bağımsız olarak yanlış istikamette yaptığı taaruz, fiyaskoyla sonuçlanmış ve bu cephedeki birliklerimizi zor durumda bırakmıştı. Gelişmeler düzensiz birlik düşüncesini terketmeyi gerektiriyordu. Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanlığına atadığı İsmet Bey'e "Düzensiz örgüt düşüncesini ve siyasasını yıkarak ivedilikle düzenli ordu ve büyük süvari birlikleri oluşturma" talimatı vermişti. Ancak, Ankara'daki iktidarı eline almak hazırlığında olan Ethem buna yanaşmadı ve Milli Hükümet Ordularına savaş açtı. MİLLİ İRADEYİ ZAYIFLATAN DÜŞMANIN YANINA DÜŞÜYOR Kütahya'da bulunan Ethem üzerine gönderilen kuvvetler kesin sonucu alamadan, Bursa üstünden başlayan Yunan ilerleyişi birliklerin bu bölgeye kaydırılmasına ve kuvvetimizin iki ayrı noktaya dağılmasına sebep oldu. Yunan ileri harekatının amacı savunma stratejimizin belkemiğini oluşturan Eskişehir demiryolu hattını ele geçirmekti. Nihayet İnönü'ye saldıran Yunan Ordusunun geri çekilmeye başlamasıyla önce demiryolu hattının güvenliği sağlandı ve ardından Ethem kuvvetleri bozguna uğratıldı. Düzenli orduya yenilen Çerkez Ethem bir kaç adamıyla beraber Yunanlılara sığındı. Ethem her ne kadar kendisini bir vatansever gibi göstermeye çalışsa da sonunda dönüp emperyalistlerin yanına düşmesi, Milli kuvvetlerin karargahını zayıflatmanın ne anlama geldiğini en ibret verici şekliyle gösteriyor. I. İnönü Zaferinden sonra Batı Cephesi rahat bir nefes alır. Doğu'da Ermenilerle barış yapılmış ve sınırlar sağlama alınmıştır. İtalyanlar işgal ettikleri bölgelerden çekilme kararı alır. Sovyetler Birliği, taahüt ettiği silah yardımını düzenli olarak Trabzon limanına göndermeye devam etmektedir. Bu şartlar altında gün geçtikçe güçlenen Batı cephesi, üç ay önce 8 bin kişiyle çıktığı düşmanın karşısına II. İnönü Savaşı sırasında 40 bin askerini çıkarır. Ve savaş yine zaferle sonuçlanır. Askeri başarılar, yabancı diplomatları peşinden getirir. Ancak, Milli Hükümet "Anadolu'daki Türk-Yunan sınırını" belirlemeyi teklif eden hiçbir görüşme talebini kabul etmez. Misakı Milli sınırlarından taviz verilmeyecektir. Bunun üzerine İngiltere yine kesenin ağzını açar ve Sevr'i Ankara'ya dayatması için Yunanlılara baskı yapar. MİLLETİN OLANAKLARINI SEFERBER EDEBİLMEK Yunan Kralı Konstantin de İzmir'e gelir ve Megalo İdea'dan bahseder. Bu defa Yunan ordusu umduğu başarıyı kazanacaktır. 1921'in Temmuz'unda Kütahya ve Eskişehir'de peş peşe savaşlar kaybedilir. Türk Genelkurmayı, dağılan orduyu toparlamak ve kıtaları tekrar düzenlemek için düşmanla araya mesafe koymak kararını alır. Ordu Sakarya'nın doğusuna çekilecektir. Ordunun bu denli geri çekilmesi meclisin de Kayseri'ye taşınması ihtimalini gündeme getirmiştir. Başından beri savaşmak yerine masaya oturup tavizler vermeyi savunanlar fırsatı kaçırmaz. Meclis kürsüsünden Mustafa Kemal ve yandaşlarına verir veriştirirler. Ancak durumun ciddiyeti merkeziyetçiliği daha da arttırmayı gerektirmektedir. Mustafa Kemal muhaliflerin itirazlarına rağmen oy çokluğuyla meclis yetkilerini 3 ay süreyle tek başına kullanma hakkını elde eder. Milletin bütün imkan ve kabiliyetini seferber etmek için harekete geçen Mustafa Kemal ilk olarak "Tekalifi Milliye Emirnameleri"ni yayınlar. Bu emirnamelerde vatandaşın elindeki silahın, erzakın, giyeceğin ve ordunun ihtiyacı olabilecek her türlü malzemenin belirli bir kısmının hükümet makamlarına teslim edilmesi gerektiği bildirilmektedir. Ödemekle yükümlü olduğu bedeli vermeyenler ve toplanan bu malzemeyi zimmetine geçirmeye teşebbüs edenler İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanacak, belki de asılacaktı. Ancak, halk bu uygulamaya karşı değildi. Yapılması gerekenler halk tarafından benimsendiği için idam kararları dahi tamamen meşruydu. İhtiyaçlarını filanca köyden istemekle, milleti seferber ederek sağlamak arasındaki fark işte buydu. 15 günde tamamlanan seferberlik, 22 gün direnebilmenin ve dahası düşmanı tutunduğu yerden süpürmenin olanağını yaratmıştı. Sakarya'da destansı bir zafer kazanılmış, millet kurtuluşa inanmaya başlamıştı. Başlangıçta düzenli orduya katılmak istemeyenler artık subaylarına güveniyor ve inanıyordu. Askerden kaçmak halkın gözünde utanılacak bir hale geliyordu. Bununla beraber gün geçtikçe halka gerçekleri anlatmak daha da kolaylaşıyordu. "Padişah hazretlerini kurtarmak" için başlayan mücadele "milli iradeyi hakim kılma" mücadelesine dönüşüyordu. TEŞKİLATLI TAARUZ ZAFERE GÖTÜRÜR Artık Yunan ordusunun stratejik saldırı gücü kalmamıştı. Afyon-Eskişehir hattının doğusunda tahkimat hazırlamış savunma pozisyonu almışlardı. Bundan sonra taaruz gelirse Türklerden gelecekti. Ancak, Sakarya Savaşı öncesinde milletin imkan ve kabiliyeti seferber edildiği gibi, savaş sırasında da ordunun bütün imkan ve olanakları kullanılmış ve tüketilmişti. Eksiklerin tamamlanması ve düşmanı denize dökecek çapta bir taaruza göre hazırlık yapılması için 1 yıl gerekecekti. Bu bekleyişin teknik sebepleri arasında 14-15 yaşlarındaki çocukların hiç değilse bir yaş daha büyümesinin de hesaplandığı düşünülürse, içinde bulunulan seferberliğin boyutları daha iyi anlaşılacaktır. O yılların Ankara'sında herkes ordu için çalışıyordu. Köylüler ekinlerini ordu için biçiyordu. Nalbantlar, çarıkçılar, demirciler; ordu için üretiyordu. Kadınlar, fişeklere barut dolduruyordu. İmalatı Harbiye mühendisleri, İtilaf devletlerinin kamalarını teslim aldığı toplara kama yapıyor; ustalar, örsün üzerinde süvariye kılıç dövüyordu. Ve bütün bu insanlar yıllardır suskun kalan o toplar, tüfekler yeniden gürlediğinde bütün yorgunluklarını unutuyordu. Fedakarca çalışıyorlardı... Sakarya Savaşından önce 7.7'lik mermileri 7.5'lik toplara uydurmak ve bir an önce yetiştirebilmek için barut dolu kovanları tornaya sokmuşlardı. Bu koşullar altında İmalatı Harbiye atölyesinde çalışırken çıkan yangında can veren işçiler, cephede şehit düşenlerden ayrı tutulmaz. Nihayet bu emekçi ordusu, muharip ordunun donatımını tamamladığında; 30 bin kadar tüfek ve 80 kadar topla başlayan mücadelenin 200 bin tüfek ve 432 topluk muzaffer bir orduya ulaşmış olduğunu hayranlıkla görmekteyiz. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Milli Hükümet Orduları'nın gücünü ve taaruzun zamanını mümkün olduğunca gizliyordu. Taaruz, stratejik bir baskın şeklinde oldu. Geceleri yürüyüp gündüzleri kuytularda gizlenen ordular, 25 Ağustos akşamı Kocatepe sırtlarındaki mevzilerine girdiklerinde savaş fiilen kazanılmıştı. Başlangıçta bir kumar gibi görünen "Kurt Kapanı" planı, bütün bir milletin sorumluluğunu alan tek bir irade tarafından yönetilmesi sayesinde başarıya ulaştı. Kusursuz plan İzmir'e kadar ve tahminlerdeki yanlızca bir günlük gecikmeyle uygulandı. Türk süvarilerinin dört nala ve yalın kılıçla İzmir'e girişi limandaki zırhlılardan kendilerini izleyen emperyalistlere bir meydan okumadır. Ve o kordon boyundan dört nala geçen atların nallarından çıkan kıvılcımlar, ezilen ulusların yüreğinde bağımsızlık ateşini tutuşturacaktır.
KAYNAK.http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://kocatepe1922.sitemynet.com/mynet_resimlerim/efe.jpg&imgrefurl=http://site.mynet.com/kocatepe1922/Kocatepe/id2.htm&usg=__g1Czxz1cK8OqXtm3fYa5tRcm2xs=&h=356&w=277&sz=12&hl=tr&start=74&um=1&tbnid=fj7d6uz4FKZaiM:&tbnh=121&tbnw=94&prev=/images%3Fq%3Defe%26start%3D60%26ndsp%3D20%26um%3D1%26hl%3Dtr%26client%3Dfirefox-a%26rls%3Dorg.mozilla:tr:official%26sa%3DN